Gözü Yüksekte Ne Demektir? Felsefenin Işığında Arzu, Bilgi ve Varlık Üzerine Bir İnceleme
Bir filozof için insanın gözü yalnızca görmekle kalmaz; aynı zamanda arzu eder, yönelir ve anlam yaratır. “Gözü yüksekte” deyimi, gündelik dilde bir kişinin büyük hedeflere sahip olması, daha fazlasını istemesi anlamına gelir. Fakat felsefenin derin aynasında bu deyim, çok daha karmaşık bir yapıyı ortaya çıkarır. Çünkü “yükseklik”, hem bir etik değer, hem bir bilgi arayışı, hem de bir varlık durumu olarak okunabilir.
Bu yazıda, “gözü yüksekte” olmayı üç temel felsefi boyutta inceleyeceğiz: etik (ahlak), epistemoloji (bilgi felsefesi) ve ontoloji (varlık anlayışı). Çünkü her yükseklik arayışı, aslında insanın kendini anlama çabasının başka bir biçimidir.
Etik Perspektiften: Arzunun Sınırı ve Erdemin Dengesi
Etik açıdan “gözü yüksekte olmak”, insanın arzularının yönünü ve ölçüsünü tartışmaya açar. Aristoteles’in “orta yol” anlayışını hatırlayalım: Erdem, aşırılıkla eksikliğin tam ortasındadır. Bu bağlamda, gözü yüksekte olmak bir erdem olabilir — eğer hırsın körlüğüne dönüşmezse.
Aşırı hırs, insanı kendi değerlerinden uzaklaştırabilir. Diğer yandan, hiç yükselmemek, hiç istememek de bir tür ahlaki tembelliktir. Dolayısıyla mesele, yükseğe bakarken neye ve nasıl baktığımızdadır. Gözü yüksekte olan birey, eğer bu yüksekliği başkalarına zarar vermeden, kendi gelişimi için arzuluyorsa, bu etik bir tutumdur. Ancak başkalarının gözünü kör edecek kadar parlamak istiyorsa, işte o zaman ahlaki denge bozulur.
Peki, yükseklik bir erdem midir, yoksa modern dünyanın maskelenmiş egosu mu? Bu sorunun cevabı, her bireyin içsel terazisinde gizlidir.
Epistemolojik Perspektiften: Bilgiye Ulaşma Arzusu
“Gözü yüksekte” deyimini bilgi felsefesi açısından düşündüğümüzde, bu yönelimin merkezinde bilme isteği yatar. İnsan, merak eden bir varlıktır; hep daha fazlasını görmek, anlamak, öğrenmek ister. Bu bakımdan gözü yüksekte olmak, bilginin peşinde koşan zihnin doğal bir durumudur.
Platon’un Mağara Alegorisi burada yol göstericidir: Mağaradaki insan, gözü yüksekte olduğu için dışarı çıkmak ister — gölgelere değil, hakikate bakmak için. Fakat göz, hakikatin parlak ışığıyla karşılaşınca yanar. Bu, bilginin bedelidir. Gözü yüksekte olmak, sadece görmek değil, yanmayı da göze almaktır.
Epistemolojik olarak yükseklik, bilginin basamakları gibidir. Her yeni bilgi, bizi bir adım daha yukarı taşır; ama aynı zamanda, daha geniş bir cehaleti fark ettirir. Çünkü bilgi, tırmandıkça büyüyen bir dağ gibidir. Zirveye çıktığını sandığında, önünde yeni zirveler belirir.
Gözü yüksekte olmak bu anlamda, sonsuz bir öğrenme arzusudur — fakat bilge kişi bilir ki, bu yolun sonunda değil, yolculuğun kendisinde anlam vardır.
Ontolojik Perspektiften: Varlığın Yüksekliği
Ontoloji, varlığın ne olduğunu sorgular. Buradan bakıldığında “gözü yüksekte olmak”, insanın kendi varoluşuna yönelmesidir. Çünkü yükseklik, sadece mekânsal değil, aynı zamanda varoluşsal bir kavramdır.
Martin Heidegger’e göre insan, “dünyaya fırlatılmış bir varlık”tır; yani, hep eksik ve arayış içindedir. Gözü yüksekte olan insan, bu eksikliği fark eden insandır. O, sadece yaşamakla yetinmez; anlamak, aşmak, “olmak” ister. Ancak bu arayış, tehlikelidir: çok yükselirse köklerinden kopar, hiç yükselmezse kendi potansiyelini inkâr eder.
Varlığın trajedisi burada başlar: İnsan hem yükseğe çıkmak ister, hem de düşmekten korkar. Bu ikili durum, varoluşun kendisidir. Gözü yüksekte olmak, bu varoluşsal gerilimi göğüsleyebilmek demektir — çünkü yalnızca yükseğe bakan göz, kendi derinliğini fark eder.
Denge: Hırs ile Hikmet Arasında Bir Yükseklik
Etik, epistemoloji ve ontoloji birleştiğinde, “gözü yüksekte olmak” insanın çok boyutlu bir serüveni haline gelir. Bu deyim, ne sadece hırsı ne de sadece bilgeliği anlatır; ikisi arasındaki ince çizgide yürümektir. İnsan, hem öğrenmek hem de anlamak ister; hem yükselmek hem de köklerini unutmamak.
Belki de asıl felsefi soru şudur: Yükseklik nerededir? Zirvede mi, yoksa yükselmeyi sürdüren çabada mı? Cevap, belki de insanın kendi içindeki yüksekliği fark etmesinde saklıdır. Çünkü gerçek yükseklik, dışsal bir merdiven değil, içsel bir yükseliştir.
Sonuç: Gözü Yüksekte Olmak Bir Davettir
Sonuç olarak, “gözü yüksekte olmak” yalnızca bir deyim değil, insanın kendi varoluşunu anlamaya davetidir. Etik olarak ölçülü, epistemolojik olarak sorgulayıcı, ontolojik olarak bilinçli bir yükseklik arayışı… Bu, insan olmanın özüyle ilgilidir.
Gerçek yükseklik, başkalarından üstün olmak değil; kendini aşmaktır. Çünkü filozofun gözü, başkalarının gözünde değil, hakikatin ışıltısındadır.
Şimdi düşünelim: Bizim gözümüz nereye bakıyor? Zirveye mi, aynaya mı, yoksa içimizdeki sessiz derinliğe mi? Cevabı yalnızca siz verebilirsiniz — çünkü her göz, kendi yüksekliğini seçer.